Otobüs, marmaray, metro, tekrar otobüs derken iki saati geçen bir süre sonunda kan ter içinde kalsam da işte hastanedeyim. Bir saattir bekliyorum. Bilseydim bu kadar acele etmezdim. Bu kez bir başka göründü gözüme burası. Belki de gecelerin o kasvetini, yapay da olsa çiçeklerle örtmeyi düşünmelerinden. Odalara birkaç koltuk, hatta gece lambası koymaları yatacaklar için moral olur mu bilmem. En son iki ay önceki randevumda hastanede yattığım geceler aklıma gelse de artık umursamıyorum. Kolay geçmedi. Üstümdeki tüm ağırlıkları, onlarca teli söküp atarak o cendereden bir anda kurtulmak istememe rağmen kuzu kuzu katlanmış ama sonuçlar kötü çıkınca moralim sıfır olmuştu.
İşte o perişan günlerimde tanıştık Hüsnü ile. Yani onunla hayatımı birleştirmem tesadüfen olmadı. Planlı programlı başladık aynı evi paylaşmaya. Önceleri pek gönlüm yoktu bu beraberliğe. Epey naz ettim. E, kız evi naz evi tabii olacak o kadar. Onca yıl tek başına yaşa, sonra birden yatağına kadar paylaş. Onunla karşılaşınca, Çocuklar Duymasın dizisindeki Haluk gibi “Baba baba ba!” diyecek oldum. Aracılar sağ olsunlar; dünyan değişecek, her sabah yeniden doğacaksın ümidi verince “Eh, olsun bari,” sözleri gönülsüz de olsa çıktı ağzımdan. Bu yaştan sonra başka şansım da yoktu zaten, şimdi kendimi kandırmayayım yani. Tamam yakışıklı değil, cüsseli değil ama olsun havası yeter.
Giren çıkmıyor bir türlü. Bekleyenler arasında sızlanan, sesini çıkaran oluyor. Doktor biraz eli maşalı gibi. Daha önce rastlamadım. Çıkıp bir fırça çekti ki çemkiren kadına sormayın. Kadın sus pus oldu. Ben de sabırsızım ama ne yapayım. Sıkıntımı elimdeki iki aylık listeyi öyle çok evirip çevirmekte bulunca kağıtların kenarları pırtık pırtık oldu. Klima yok bu dar alanda. Kalabalıkta nefeslerin birleşmesi bile yetiyor isyan etmeye. Neyse ki bu kez geçen seferki gibi kimse bana “Aa kadınsın, zayıfsın, boynun da kalın değil, bizim gibi yaşlı da değilsin gibi,” laflar etmiyor. Sanırım sıcaklar yüzünden herkesin içi geçiyor, etrafına sataşacak hali kalmıyor. Yoksa kışın epey canımı sıkmışlardı o sözleriyle. İnsanlar niye böyle? Üç yıl önce gittiğim diyetisyenin kapısında bekleyenlerden bir dayak yemediğim kalmıştı. Âna dön Selin, beklemeye devam diyerek yüzden geriye yedişer yedişer saymaya başladım içimden. Deneyin, insan tüm derdini unutuyor.
Biz de bekledik Hüsnü ile. Derler ya aynı eve gir de gör diye. Başta uyum sağlamamız oldukça güç oldu. Dört ay didiştik diyebilirim. En çok kızgın ifadelerine üzüldüm. O da anladı ama karakteri öyleydi. Ne yapsın? Disiplin ilk düsturu Hüsnü’nün. Hiç açık vermeyeceksiniz. Kendinizi bırakmak yok. Hele temizlik konusunda çok titiz. Ne yapsa benim iyiliğim içindi biliyordum. O yüzden Hüsnüzan’ım da derim arada ona. Yaşadıklarımızı kayıt altına alan bir hafızası var adamımın. Beraberliğimiz neredeyse altı aya yol alıyor. Artık birbirimize alıştık. Alışmak zorundaydık. Evim bir artı sıfır. Neyim varsa salon denilen kocaman tek odada. Bir köşesi de açık mutfak. Ne yüz elli metrekare evlerde oturdum ama sonum böyle oldu. Olsun mutluyum, sağlığım da düzene giriyor.
Yalnız son zamanlarda Hüsnü ile Ayşe arasında bir şeyler olduğundan şüpheleniyorum. Ayşe’nin kıkırdamaları iyice arttı. Yok canım, Hüsnü’m yapmaz öyle şeyler. Hüsnükuruntulu biri oldum galiba. Hepsi Ayşe’nin oynaklığından. Salak, senin frekansın adamımla tutar mı hiç? Dışarıda yemek yerken arkadaşlarım “Selin, haydariden de yesene,” deseler bir garip olur “Ne işim var yahu şimdi Hüsnü duyar Haydar’la mı geçirdin günü der,” diye bir çatal bile almam inanın. Tam yengecim yani, sadık tip. Yalnız aldatılmayı hiç affetmeyen cinsinden.
Benimki tüm gün yerinden kıpırdamaz, beni bekler. Eve gelip üstüme başıma rahat bir şeyler giyince o da bir hallere girer. Sabah erken kalktığım için erkenden uykum gelir. Koltuğa çarşafı sermeyeyim başlar coşmaya. Gece için totemimiz olan bir bardak suyunu veririm önce. Ardından sabaha dek hemhal oluruz. Eskiden kendimi havalı bir kadın sanırdım. Meğer değilmişim. Hepsi Hüsnü ile değişti. Hakkında söylenenler ne kadar doğruymuş. Artık kızgın ifadeleri olmaması en büyük sevincim. Bir sorunumuz var yalnız, gezmeyi sevmiyor. Belki de seviyor ama o kadar ağır kanlı ki yerinden kaldırmak olay. Seninle gezmeye gitmek, turlara katılmak istiyorum dememe tınmıyor. Gideyim desem, biliyorum onsuz geceler haram olacak bana. Otur oturduğun yerde senin Türkiye’de gezmediğin yerkaldı mı; Avrupa neymiş, vaktiyle Amerika’ya bile gitmedin mi vicdansız şimdi adamını bırakıp mı gideceksin diyen içimdeki gezgin Selin’e ayak uyduruyorum.
“Selin Hiçgülmez,” diye bağıran doktorun ardından kendimi içeri atıyorum hemen. Oh be klima varmış, serin serin. Bekleme salonunun üç misli odanın camlarının birinin önünde iki kişi, ikisi de yan yana bilgisayar başında. Asistan sandığımın yüzü gülse de doktorun kaşları çatık. Kısacık saçları onu biraz önce elektriğe kapılmış gibi gösteriyor. Annemin tabiri ile don yağından su böreği mübarek. Zorla oturtmuşlar gibi bir hali var. “Niye geldin?” sorusuna zevkimden dememek için kendimi zor tutuyorum. Altı-yedi adımda yanlarına yaklaşıp bir tomar kâğıdı uzatarak başlıyorum anlatmaya. Elini geç geç gibi sallayarak dinlerken kaşları daha da çatılıyor. Sonra ağzından tükürükler saçıyor.

  • Hanım hanım, bana ne senin Hüsnü’nden?
  • Özür dilerim uyum sağlamam çok güç olunca öyle bir yol deneyip uyku apnesi cihazıma Hüsnü ismini koyuverdim. Ağız alışkanlığı oluştu sonra bende o isim. Ondan yani kusura bakmayın.
    Kadın, beyaz önlüğünün altından gözüken elbisesinin rengine dönmüş yüzünü kendinden daha şaşkın asistanına çeviriyor.
  • Yok artık, bunca yıldır doktorum ilk kez böyle bir şey duyuyorum. Hem canım başka isim mi bulamamış kocamın isminden başka? Ya bu hastalar insanı çıldırtır. Tatile gidemediğim yetmezmiş gibi bir de bu sıcakta bunlarla uğraş. Bak bakalım verilerini nasıl, demin bir şeyler anlattı ama Hüsnü’yü duyunca öteki dediklerini duyamadım bile. Tövbe tövbe!
    Ne şimdi bu? Şaşkınlıktan kekelemeye başlıyorum.
  • Âdetimdir doktor hanım, ben eşyalara hep isim takarım. Mutfak robotuna Cevriye, elektrikli süpürgeye Kadriye, buzdolabına da Ayşe diyorum örneğin. Hatta Hüsnü ile Ayşe’nin arasında bir gönül bağı olduğundan şüpheleniyorum ama davul bile dengi dengine yani hayatta olmaz.
    Doktor yerinden zıpkın gibi kalkıp elini kolunu anlamsız sallamaya başlıyor.
  • Ay yeter artık ya! Deli misin be kadın? Serap sen bak bu hastaya. Yoksa ben delireceğim. Gidip bir kahve içeyim. Sen de bir daha geldiğinde ne isim buluyorsan bul ama o ismi değiştir hanım, hatta öteki ismi de.
    Asistan, bir yandan eşarbını uçlarını omzundan arkaya atarken bir yandan gözlüklerinin üstünden bakarak sesleniyor.
  • Şey Ayşe Hanım takıldığım bir yer olursa size telefonla sorabilir miyim? Malum elimdeki rapor uzun. İki aylık gece faaliyetleri hafıza kartı dökümü.
    Ayşe Hanım mı eyvah! Çarpan kapının sesinin ardından asistan gözlerini dikkatle ekrana kilitliyor. Dediğine göre Hüsnü ile aramızdaki gece faaliyetleri eskisine göre çok iyiymiş ama daha iyi olabilirmişiz. Bu da kıskanç diye geçiriyorum içimden. Uyku polikliniğinden sevinçle ayrılırken gözüm beni ortada bırakan doktoru arıyor. İnşallah bugünden sonra seks hayatı sekteye uğramaz diye düşünmeden yapamıyorum.
    Akşama ne kaldı, yolum uzun. Bekle beni Hüsnü. O Ayşe’nin bir an önce icabına bakmalıyım yalnız.

Ceyda Sevgi Ünal

Asonans Dergi’de daha önce yayınlanmıştır.

Yorum bırakın