“Gittiğin sabahı hatırlıyor musun?   Omzunda küçük bir çanta vardı. Hava sisliydi. Sabahın erken saatleriydi Bakışın ve sözlerin eksikti. Kal demedim. Sen de döneceğim demedin. Gittin.  Gri bir sabahta gökyüzü yorgundu. Söylenecek bir şey yoktu. Sustum.”

Her sabah erken o iskelede

Seni beklemek yazılı çizgilerimde.

Bilirim gelmezsin. Yıllar oldu.

Ama ben hep aynı yerde,

Güneş kızıllığını kaybetmeden ufukta

Seni bekledim.

Balıklar öldü, başka balıklar geldi, ağaçlar yükseldi, yaşlandı

Uzak tepelerde tomurcuklandı yeşillikler,

Uzakta kuşlar kanat çırptı, yakında sular dalgalandı,

Bir kurbağa sıçradı karaya, seslendi,

O başıboş köpek geldi koru yolundan.

Ben bekledim

Bilinmezliğe inat bekledim.

“Bir köpek yaklaştı sessizce. Yanıma oturdu. Biliyormuş gibi, birini bekler gibi benimle uzaklara bakmaya başladı. O köpek her geldiğinde bir sırdaş bulmuşum gibi olurdu. Ben gidene kadar sessizce beklerdi. Sonra arkamdan gelirdi dönemece kadar.”

Neden diye sormadım sana, bilemezdim içindeki fırtınaları,

Hangi sevmeleri bırakıp gittiğini,

Gitmek istediğini, gelmek istemediğini

Bu şiiri neden yazdıysam, buraya neden geldiysem,

Neden ay batımına karıştıysa güneşin kızıllığı, bilemezdim

İçimdeki bilinmezlik sularda dalgalandı, karardı, aydınlandı halka halka

Nota oldu, ses oldu yankılandı,

Ben sana söyleyemedim sevdamı, sen anlamadın

Bir şey söylemedin giderken

Bana sarılmadın, öpmedin dudaklarımdan, elimi tutmadın

Gittin. Sessizlik kolların oldu, dudakların oldu, ellerin oldu.

Dayanamadım.

“Bir şarkının dizeleri dolaşıyordu kulaklarımda.

“Seni bekledim öptüğün yerde

Belki bir akşam dönersin diye,

Dayanamadım, yazdım ben sana…”

Sen beni hiç öpmedin.”

“Bir çocuk geldi yanıbaşıma. Gözleri gözlerime kilitli, ne beklediğimi sordu. Önce sustum. Sonra fisıldadım: “Hiçbir şey, ya da çok şey”. Başını salladı, anlamıştı. Elindeki taşı uzaklara, göle fırlattı. Halkalandı içim. Sonra beni tekrar gördüğünde artık sormadı.”

Kaç kez gittim o iskelede seni görmeye, kaç kez yaşadım o yoksulluğu bilemezsin

Kaç kez kanadı kalbim sessizlik parçalarken sakladıklarımı

Ben her gün bekledim.

O iskelede, aynı yerde, aynı kırık tahtanın üstünde bekledim.

Mevsimler değişti, yüzler değişti, balıklar değişti, kelimeler değişti,

Değişmeyen tek sendin. Seninle yalnızlığımdı.

Ayın ve güneşin zamanda birleştiği yerde,

Sazlıklardaki esintiler durgunken bekledim.

Karanlık bulutlarda, yağmurlarda, şarkılarda bekledim.

Sensizlik içimde büyüdükçe başka şeylere yer kalmadı.

Dünyayı durduramadım. Dönecekti.

Seni beklerken yaş alamadım. Hep o gittiğin zamanda kaldım.

Geldiğinde beni bıraktığın gibi bul istedim. Seni bıraktığım gibi bulayım.

Zaman aynı kalsın. Sesler aynı kalsın, renkler aynı kalsın.

Aynı kalsın sıcaklığın ben öyle düşlediysem.

Uzaklığın, soğukluğun aynı kalsın.

İçindeki acılı çocuk aynı kalsın.

İncitmen, susman, seviyorum diyememen aynı kalsın.

Umudum aynı kalsın.

Ben her gün iskelede seni bekleyeceğim,

Farklı, derin, arınmış, tamamlanmamış serinliğinde.

Zamanın benimle birlikte akmadığı duygusunda kalmış,

Yalnızca o anda, orada,

Bekleyeceğim.

Burası ıssız. Sabah erken.

Seni beklediğimi görmüyor kimse.

Sen de görmüyorsun biliyorum.

İskele hep aynı.

Sandallar, balıkçılar yaklaşmadı, küçük çocuklar oynamadı.

Kimse ellerini yıkamadı yeşile çalmış sularda.

Baş başa kalmak için güzel bir yerdi.

Ne çok geldin günlerime, haftalarıma sayamam

Şimdi tek sen varsın giden, nereye nasıl bilinmez.

Benden giden sessizce.

Ağlamadım, haykırmadım,

Yalnızca baktım arkandan.

“Seninle bir dünya kurmuştuk. Ama o dünya bize dar geldi. Zaman eğrildi, sınırlar çöktü. Ben sustum. Sen yok oldun. Şimdi herkes konuşuyor. Ama hiç kimse duymuyor. Oysa sen… sustuğunda dünya susardı. Ben de o sessizlikte dinlenirdim.”

Sessizliğimizde büyüttük varlığımızı, sonra iç içe geçtiler, bir oldular,

Artık sığamadılar yarattığımız dünyaya

Sınırlar çöktü, zaman kaydı,

O zaman anladım gideceğini. Bilmezlikten geldim.

Sormadım, konuşmadım.

Giderken izini bile bırakmamıştın bana.

Suya yazılıydı her şey.

“Bugün sular çekilmişti. İskeleden aşağıya indim. Taşların üzerinde kendime baktım. Ellerim kırışmıştı.
Göz altlarım mordu. Ama gözlerimde hâlâ o sabahın ışığı vardı. Ve ilk kez… Seni değil, kendi izimi aradım o suda. Seni beklerken “beni” bulduğumu anladım. Zamanı dondurarak… Bir şeyleri aynı tutmaya çalışarak… Ben aslında içimdeki aynayı parlatmıştım.

Artık o suyun başında, kayıp yazılarda,

Ben bir başka varlık arıyordum.

Seni yaşarken aştığım bentler vardı.

Kendimle buluştuğum, kendimi yıkadığım.

Ellerime gözlerime pırıltılar düştü tek tek

Tanıdım kendimi.

Bir daha. Bir daha.

Seni beklerken “beni” yarattım

Şimdi benim öykümü anlatıyor kuşlar uçarken

Söğütler suya eğerken dallarını

Uğurböcekleri dolaşırken taç yapraklarında çiçeklerin

Zaman ayla güneşi kovalarken

Zaman…
Aynı kalsın istedim.
Renkler aynı.
Sesler aynı.
Suskunluğun… aynı.

Değişen benim.

“Belki sen hiç gelmemiştin. Belki ben bir oyun oynamıştım. Ama buradaydım. Her gün, her sabah. Beklemek, bazen bir yaşam biçimi, bazen bir varoluştu. Bazen sadece kendinle kalmanın yolu.”

“Yarın aynı saatte yine gelir, İskeledeki aynı kırık tahtaya basarım. Seni beklemek için değil, kendimi görmek için. Suya yazılmış izlerime bakmak için.

Çünkü bazen… beklemek bir bitiş değil, başlangıçtır.”

Füsun Uzunoğlu

Not : İlk edisyonu kiltablet’te yayınlanmıştır

Yorum bırakın

Previous Post
Next Post