Kucağında son nefesini vermeye çalışan çocuğuna bakarken, ona verebileceği hiçbir şeyin olmaması…
Sevgisinin yetememesi, onu güvende tutamaması, doyuramaması, yaşamını güvence altına alamaması…
Ellerinde yiyecek hiçbir şey yokken, çocuğunun
“Açım baba” dediği anı yaşamak.
Hastane yok, ilaç yok, temiz su yok.
Çocuğunun gözlerindeki o güveni korumaya çalışırken,
aslında kendisinin de onun kadar korkuyor olması.
Yalnız kendisi için değil,
çocuğu, sevdikleri, vatanı için…
Bomba sesleri geldiğinde çocuklarını korumaya çalışmak
ama hiçbir yerin güvenli olmadığını bilmek.
“Korkma” derken sesinin titrediğini hissetmek.
Geceleri onları uyutmaya çalışırken, sabah hâlâ yanında olup olmayacaklarını bilmemek.
Belki de en dayanılmaz olanı,
çocuğunun son nefesini verirken ona
“İyileşeceksin” yalanını söylemek zorunda kalmak.
Sonra o küçük bedenini kendi elleriyle toprağa teslim etmek.
Kendi çocuğuna son vedayı yaparken, kalbinin nasıl parçalandığını hissetmek.
Ve bütün bunların arasında,
hayatta kalan çocuklarına hâlâ umut aşılamaya çalışmak.
“Yaşam güzeldir” diyememek,
çünkü sadece ölüm ve yıkımın olduğunu bilmek.
Kendi evinden, atalarının topraklarından, yurdundan sürülmek istendiğini bilmek…

(Burada Atatürk’ü minnetle anmamak mümkün mü? Yedi düvele karşı gelmiş, bağımsızlığımızı kurmuş büyük lideri, en büyük babamızı…)
Bu yaşananlar artık babalık değil.
Annelerinin çocukları için kendisinden yardım istemesi, yapamaması!
Edmund Burke’ün sözü hepimize bir tokat gibi:
“Kötülüğün zaferi için gereken tek şey iyi insanların hiçbir şey yapmamasıdır.”
Bu, insanlığın en korkunç sınavı.
İyi niyetli insanların sessiz kalışı, çaresizce izleyişi.
Çözümler bulamayışı, kötülerin hep kazanması…
(Ülkemizde de adaletin korunamaması, hapisteki masum insanların, çocuklarıyla bir arada olamaması!)

Dünyanın her yerinden Filistin’i yalnızca izlerken,
çocuklarıyla birlikte yavaş yavaş ölümle burun buruna yaşamak.
Yardım gelir umuduyla beklerken, aynı zamanda umutsuzluğa gömülmek.
Yardım etmeye çalışan insanların bile kendi ırkından, kendi inancından olanlar tarafından engellendiğini, dövüldüğünü görmek.
İoanna Kuçuradi’nin dediği gibi:
“İnsana her şeyden önce ‘insanlaşma’ eğitimi verilmeli.”
Ne inanç, ne mezhep, ne bilgi, ne gelenek, ne de kültür…
İnsanlaşma!
İnsan olmak. İnsanca davranabilmek.
Çünkü bugün Filistin’de yaşanan, sadece politik bir mesele değil.
Bu, insanlığın vicdanının, merhamet duygusunun, adaletsizlik karşısındaki duruşunun imtihanı.

Her baba, kendi çocuğunu koruma içgüdüsüyle yaşar.
Ama Filistinli bir baba, bu temel hakkından bile mahrum bırakılmış durumda.
İsrail hükümeti, Hitler tarafından maruz kaldığı acıların intikamını,
dünyanın da sessizliğiyle, masum insanlardan, güçsüzlerden,
en çok da kadın ve çocuklardan çıkarmaya çalışıyor.
‘Dünyanın Azrâili’ rolüne bürünmüş, İran’a da saldırıyor…
Ve biz, uzaktan izleyenler olarak,
sessizliğimizle bu acıya ortak oluyoruz, üzülerek, kahrolarak…
İnsanlaşma…
Bu yüzyılda,
en çok buna ihtiyacımız var.
Neslihan Üstündağ

Yorum bırakın