Memleket Meselesi

“Nasıl öfkelenmem düşündükçe memleketimi?
Çırpınıyor ayakları altında bir avuç hergelenin.”
Nazım Hikmet

Nazım Hikmet, bugün yaşasaydı, belki de kahrından susardı. Çünkü o “bir avuç hergele”, yalnızca ortalığı değil, zihinleri ve vicdanları da istila etmiş durumda.

İnanç ile menfaatin birbirine karıştığı, hakikatin ise en sessiz köşelere sığındığı zamanlardayız.
İnsanlık adına konuşması gerekenlerin bazıları, kürsülerden hoyratça kin ve ayrımcılık saçıyor. Sözde değerlerin ardına sığınıp, özde ne insan kalıyor ne edep.

Kutsal olanı, içi boş bir gösteriye dönüştürürken; vicdanı, aklı ve bilimi hor görmekten çekinmiyorlar.
Bir yandan geçmişin heykellerine “put” deyip saldırıyorlar, diğer yandan kendi kutsallarını tartışılmaz ilan edip herkesin önünde diz çökmelerini bekliyorlar.

Çelişkiler sarmalında kaybolmuş bu kalabalığın içinde en büyük yıkım, sessizce ilerliyor.
Sokaklarda bağırılan sözler başka, yaşanan gerçekler bambaşka: En büyük yalanlar, en derin hırsızlıklar, en utanç verici suçlar kimi zaman o yüksek seslerin ardına gizleniyor.

Çürümüşlüğün Anatomisi

Diploması sahte, vicdanı kırık insanların yönettiği bir sahnede, olan yine sessiz çoğunluğa oluyor.
Bebekler ölüyor, köpekler katlediliyor, kadınlar susturuluyor, yaşlılar evlerinde gözyaşı döküyor.
Ve tüm bunlara “dur” diyenler, susturulmak isteniyor.

Böylesi bir düzende karşı çıkmamak, insana, hayata, ahlaka karşı gelmek olur.
Adaletin terazisi bozulmuş, hak yerini bulmaz olmuş, liyakat yerini sadakate bırakmış.

Gençler gidiyor… Ama sadece pasaportlarıyla değil. Umutlarını, inançlarını, hayallerini de alıp gidiyorlar.
Adına beyin göçü deniyor ama aslında vicdan göçü bu.
Çünkü artık “iyi insan” olmanın bedeli çok ağır.

Kaybettiğimiz Değerler

Bir zamanlar Cumhuriyet’in aydınlığında büyümüş o zarif nesil yavaş yavaş tarihe karışıyor.
Bilim, erdem, saygı, dürüstlük… Bunların yerini hoyratlık, cehalet ve utanmazlık alıyor.

Mustafa Kemal Atatürk’ün “Dünya üzerinde gördüğünüz her şey kadınların eseridir” sözü, bugün yerini kadını evine kapatmaya çalışan seslere bırakıyor.
Oysa bu ülke, kadınların emeğiyle, direnişiyle, sevgisiyle var olmuştu.

Geçmişin mücadeleyle kazanılmış değerleri, bugün yalnızca nostaljiyle anılıyor.
Bir zamanlar onurlu bir toplumduk; şimdi suskun bir kalabalığa dönüştük.

Ama hâlâ umut var.

Direniş ve Umut Gerek!

Karanlık her yeri sarsa da, bir yerlerde hâlâ sarı bir ışık yanıyor.
Karlı ormanların derinliklerinde yürüyenler var hâlâ.

Gerçeğin izini süren gazeteciler, korkmadan, yılmadan yazıyorlar.
Onları yalnız bırakmamak, yalnızca bir görev değil; bir vicdan borcu aynı zamanda.
Çünkü hakikati savunmak, insanlığın kendisini savunmaktır.

Bu ülkede hâlâ dürüst insanlar var.
Adalete, bilime, eşitliğe inanan, sözüne sadık insanlar… Azlar belki, ama varlar.
Ve bu topraklarda bir umut varsa, o onların ellerinde yeşeriyor.

Nazım öfkesinde haklıydı.
Biz de haklıyız.
Çünkü sevdiğimiz şeyin yıkımına seyirci kalmak, en büyük ihanettir.

Artık yalnızca kızmak yetmez.
Zaman, çürümüşlüğe karşı dik durma zamanı.
Haklarımızı savunma, vicdanımızı uyandırma zamanı.

Çünkü sessiz kalırsak, yarın çocuklarımıza ne diyeceğiz?
“Biz de biliyorduk ama sustuk” mu?

Bu Cesur Yürekler İçin

Gerçeği yazanları, bizleri aydınlatanları yalnız bırakmamak;
yalnızca onlara değil, geleceğe olan sorumluluğumuzdur.

Bu güzel ülke bizim.
Ve onun üzerinde gözü olanlardan, onu karanlığa sürüklemek isteyenlerden hesap sorma zamanı, vicdanla, hukukla, akılla, dayanışmayla…

Neslihan Üstündağ


.

Yorum bırakın

Previous Post
Next Post