
1 Ekim 1988’de açılan Galleria, sadece Türkiye’nin bilinen anlamda ilk AVM’si değildi; Tabanlıoğlu’nun mimarlık projesi olarak Özal döneminin “Batı’ya açılan yüzü”nün betonlaşmış haliydi. Denizin kenarına kondurulmuştu ama denize sırtını dönmüştü; manzarayı ancak otoparkına arabasını park edenler görebiliyordu. Boş arazi üzerinde, eski şoför eğitim sahası olarak kullanılan yerde yükseldi.
Ben ilk kez yeğenimin doğum günü için gitmiştim, 4. Levent’te oturuyordum, teyzem de Cihangir’de ama Fame City’de doğum günü kutlamak olaydı. Sonra evlendim, 1993’ten sonra Bakırköy’de oturdum ve özellikle sinemaya Galleria giderdim. Famecity’de arkadaşlarla bowling oynardık, oğlum buz pateni yaptı. Deriden mağazası vardı, ilk kez nostarjik eşyaları mağazasında sergileyen Deriden’di, ayakkabılardan çok o objelere bakmayı severdim,
Bu yazıyı yazarken ekşi sözlükte Galleria anıları okudum, 11 sayfa entry var, en beğendiklerimi paylaşıyorum :

”Daha ilkokul 4. sınıftaydım, ablam beni arkadaşlarıyla oraya götürdü. İçeriye bir girdik, muhteşem! Bir sürü mağaza bir arada, yemek yerleri bir arada… “Amanım” dedim, “o da ne?” Ortada kocaman bir buz pisti, insanlar buz pateninde kayıyor, zamanın moda yabancı pop şarkıları eşliğinde son ses bütün AVM inliyor. Üst katlardakiler pistte düşenleri alkışlıyor, düşmelerini büyük bir keyifle bekliyor. Ablam “Sen de ister misin paten kaymak?” diye soruyor, tabii ki diyorum. Hayatında ilk kez paten kayan biri nasıl başarılı olur ve düşmez o küçücük bacaklarıyla diye şaşırıyorum kayarken. Paten maceramı öyle başlıyor – şu an buz pistinde olmasa da hala patenlerim var ve hala paten kullanırım.”
”Bostancı’da oturuyorduk ve para saçabilen bir aile olmamıştık hiçbir zaman. Ama herhalde benzin ucuzdu ki, doksanların başına denk düşen o yıllarda, haftada bir Galleria yolcusuyduk ortalama. Karşılaştırabilecek bir şey yoktu elimizde. Ataköy’e inmiş bir uzay gemisiydi Galleria. Uzay gemisi de inmişken Fatih’e, Eminönü’ne falan inecek değil, Ataköy’e inecekti tabii.”
”İlk pizza ve hamburgeri Galleria’da yedim ben. Menümüz sabitti: Pizza Hut’tan bir dilim pizza, McDonald’s’tan bir hamburger, Toskana’dan ortaya mantar salatası, kola. Pizza Hut’ta salam-mantarlı pizzadan başka bir çeşit daha olduğunu bir yıl kadar sonra öğrendim. Hamburger konusundaysa cesur ve devrimci kişiliğimle bir buçuk yıl kadar hamburger yedikten sonra cheeseburger’e ilk adımı atan elbette ben oldum.”

”Fame City vardı evet ama pahalıydı. İçeri girince o on altı küçük jetona dönüşen dört büyük jeton daha büyük mutlulukların anahtarıydı, ve ne yazık ki çabucak biterdi. Bir dönem Migros mağazalarından belirli miktarın üzerinde alışveriş yapanlara Fame City jetonu almaya yarayan kuponlar verilirdi. Şans bu ki büyük kuzenlerden biri part time Migros’ta çalışıyordu ve bize yüzlerce bedava jeton alabileceğimiz kadar çok kupon vermişti. Aylar ve belki yıllarca evdeki bozuk para kutularının içinden hep Fame City jetonları çıktı ve tatlı tatlı gülümsetti bizi.”
Printemps mağazası ihtişamlı bir Parizyen soluktu. Sonra kapandı, yerine Yeni Karamürsel açıldı. Fransız rüyası taklidi ile yer değiştirmişti. Yine de içinden çıkan Dodici Kafe benim için bir sürprizdi. İzmir’den gelen bu küçük kahve köşesi, büyük markaların gölgesinde en samimi yerdi.

”Sinemaları başkaydı. Bütün salonlar oldukça ufak ve çok rahattı. Koltukları çok büyük ve havadar mekanlardan oluşuyordu. Özellikle salon 3’ü tavsiye ederim – koltukları devasa, bir koltuğa rahatlıkla iki kişi sığar ama hepsi tek kişilikti. Size evdeymiş hissi uyandıran bir atmosferi vardı.”
”90’lı yılların başında Yeşilköy’de ergen olanların diyaloglarına damgasını vurmuş Printemps: “Haleler nerde kızım? Bisikletle geziyolardı.” “Pirintempse gitmişlerdir.” “Prentan diye okunuyormuş.” Çocukluk ve dil oyunlarının da mekânıydı.”
”İçinde kaybolup anons yaptırdığım yer olarak hafızamda yer etmiş AVM. Sene yanılmıyorsam ’95. Yaşındaki vereceği avarallıkla aileden kopulmuş ve kayak alanı izlenmek üzere yola koyulmuş. Fakat ters giden bir şeyler var. Kayak izleme olayı sıktıktan sonra yanımda kimse kalmamış ve o korkuyla polis amcanın yanına giderek direkt olarak telefon numarası ve ev adresi ezberden söylenmiş. Sanırım ilk önce ismimi söylemem gerekiyordu ki ismimi söyledikten sonra bantlarda adımı yazmışlar ve anons etmişlerdi. Aileyle buluşma anı ise Türk sineması tadındaydı.”
Galleria önemliydi herkes için. Kapitalizm falan eyvallah da, büyük şehirde çok da büyük hayatlar yaşamayan çoğunlukların gözünü açtı biraz. Belki tüketim toplumuna dönüşümde ciddi bir adımdı ama şimdiki gibi hayatı alışveriş merkezlerinde geçen insanların yanında çok daha masumdu atılan adım. Emperyalizmin oyuncaklarından biriydi belki ama yine de çok saftı, masumdu, güzeldi.
Bugün Galleria hayalet bir mekân; Koridorlarında kendi ayak seslerinizi duyuyorsunuz. Kentsel ve toplumsal bellekten önemli bir parça daha eksildi. Arazisinin neredeyse yarısını otoparkın kaplaması yüzünden yıkım kararı alındı. Yeni yapılacak kompleks elbette hiçbir metrekareyi “israf” etmeyecek.
Bir zamanlar Galleria vardı. Printemps’ın ihtişamı, Dodici’nin kahve kokusu, Fame City’nin neon ışıkları, buz pistinin müzikleri, sinemaların dinginliği… Hepsi hafızamızda kaldı. Artık sadece nostaljinin ironik bir parçası.

Yorum bırakın