Birkaç gündür büyük şehrin bunaltısından kaçıp sığındığım bu tatil beldesinde, denizi seyrederken yemek masamın karşısında hep aynı aile oturuyordu. Genç bir kadın, yanında iki küçük kız, karşısında ise kırklı yaşlarında bir adam.
Kadın yemek boyunca susuyor, çocuklarla ilgilenmiyordu. Adam ise bütün dikkatini kızlara veriyor, küçük olan hâlâ kucağında dolaştırılıyordu.
Kadının yalnızlığı gözle görünür bir huzursuzluk gibiydi. Onu tek başına yürürken, deniz kenarında kitap okurken gördükçe merakım arttı. Bir sabah şezlonglarımız yan yana düştüğünde selamlaştık, konuşmaya başladık.
“Fark ettiğiniz belli,” dedi. “İnsan karşısındaki görünmemezlik edince merak ediyor.”
Benim dilimden şu döküldü:
“Babaları onları daha çok mu seviyor?”
Kadın acı bir tebessümle anlatmaya koyuldu:
“Görücü usulü evlendik. Eşim babasının atölyesinde çalışıyordu. İlk kızımız doğdu. İş büyüdü. Sonra tekrar hamile kaldım. Oğlan olacağına o kadar inandı ki, makineler aldı, her gün oğlunun adını düşündü. Kızımız doğunca kabul etmedi, doğum günü bizi hastaneden almadı. Sonra da çekip gitti.”
Kelimeler ağırlaştıkça denizin uğultusu bile susmuş gibiydi.
“İnsanlara yurt dışına gittiğini söyledim. Atölyeyi başka bir semte taşıdım. Gerçeği yalnızca ailem biliyordu. Kızlar büyüyünce babalarını sordular, ben yalanı sürdürdüm. Telefonla konuşturan bir ‘baba sesi’ buldum. Yalan zinciri, hayatımızın temeli oldu.”
Duraksadı. Sonra gözlerini denize dikip ekledi:
“Altı ay önce mektup geldi. Bir kadından oğlu olmuş. Mutluymuş, benden boşanmak istiyor.”
“Ne yaptınız?” dedim.
“İki şart koydum: Kızlarına zaman ayırması ve yanında olduğumu göstermesi. Çünkü gerçeği anlatamazdım. Onlar babalarını seviyor. Özellikle küçük kızım… Babasının yanında parlıyor.”
Bir an sustu, nefesi dalgaların sesine karıştı.
“Geçen gün oğlunu nüfusuna alıp dönmek istediğini söyledi. Ama ben kabul etmedim. Boşanacağım. Yarın sabah gidiyoruz.”
Elimi sıktı.
“Eşim hayatımıza düğüm attı. Ben de çözemiyorum. Karıştırdım, kör düğüm oldu. Bugünden yarını bilmiyorum.”
Akşam olurken denizin üstünde sertleşen rüzgâr çakıl taşlarını ayağımın altından kaydırıyordu.
Kendi kendime sordum:
Yarın neler olacak, hangimiz biliyoruz?
23.07.2021
Nebahat Alptekin

Yorum bırakın