Kendi Kahramanım
İnsan, kendinde eksik olana istek ve merak duyar derler. Ben de küçükken hep okuyanlar gibi olmak isterdim. Geçenlerde Tazelenme Üniversitesi’ni duydum; altmış yaş üstündekiler için yüz yüze eğitim veriyormuş. Benim gibi zamanında okuyamayanlar için güzel bir fırsat.
Kalbinin sesi, radyoda çalan şarkıyı bastırmış; kulaklarında çınlıyor. “Ben kahramanım” diye birkaç kez mırıldanırken yaşadığı sıkıntılı günler geliyor aklına.
Doğduğum köyde bizleri okutmadılar ki. Erkekler dahi çok nadir okutulurdu. Bazı komşularımızın çocukları çoktu, yabancıya para vermemek için onları tarla işlerinde yardımcı olarak çalıştırırlardı. Biz dört kardeştik; ablam küçük yaşta zorla evlendirilmişti. Gelin olmadan önce odamızda her gece için için ağladığını duyardım, sabahları anneme söylemekten başka şey gelmezdi elimden. Abim “büyük şehir” deyip çıkmıştı köyden. Neyse ki kardeşimle beni okula yazdırmışlardı da şanslıydık o zamanlar.
Karşı köydeki okula giderken köprü olmadığı için dereyi geçmek zorundaydık. Havalar sıcakken serinlik olurdu ama kışın çizmem su aldığında tüm gün ıslak ayaklarımla ders dinlemek zorunda kaldığım çok günler olmuştu. Sonraları dere yükseldikçe geçişlerimiz zorlandı, dizlerimize kadar suyun içinden yürüdüğümüzde kendimi çok kez mühendis olmuş, başımda kaskımla yaptığım köprünün açılışını yaparken bulurdum.
Tören alanına vardıklarında Seher, etrafındaki cıvıl cıvıl gençlerden gözünü alamıyor. Elinde tuttuğu kepine bakarken “Ben kahramanım, kahramanım ben” diyor yine.
İlkokulda çoğu çocuk gibi öğretmenime hayrandım ve büyüyünce öğretmen olmak isterdim. İlkokul bitince babam “Artık okumayacaksın” deyince günlerce ağlamaktan gözlerim şişmişti. Yaz tatili bitip yeni dönem başladığında, babamın yanında mecburen traktör sürerken bile kendimi başka türlü hayal ederdim. Çiftçi olacaksam da bilinçli tarım yapmak için okumalıydım.
İstediğim hayatın o olmadığını anlamam okuduğum kitap sayesinde olmuştu. Öğretmenimiz okulumuzda küçük kitaplık yapmıştı. Yaz tatilinde okuduğum kitaplardan biri de Onuncu Köy adlı romandı. Fakir Baykurt’un romanında anlattıkları, ne çok da benim yaşamıma benziyordu. Çocuklarını okula göndermeyen ailelerle tek tek konuşan öğretmenin, özellikle kız çocuklarının okumaları için köy köy dolaşıp mücadele vermesi beni çok etkilemişti.
Bir gün Samet Amca ile babam konuşurken öğrenmiştim: babamın bizi jandarma zoruyla okula gönderdiğini. Üstelik para cezası da ödediğini… “İyi ki jandarma eve gelmiş de okumuşuz” diye şanslı hissederdim kendimi.
Samet Amca’nın sekiz tane oğlu vardı; çocukları tarlada çalışsın diye büyümelerini dört gözle beklerdi. Karısı, on günlük bebeğiyle tarlaya çalışmaya giderdi. İki çocuğunu tarlada doğurduğunu anlatmıştı. Ninemin diktiği bez bebeğimle oynarken yaşıtlarımın her gün tarlaya gitmelerine üzülerek bakardım. Bir yandan da tarlayı merak ederdim. Ben de onlarla gitmek isteyince bir gün, annem yanıma azığımı verdi, tan vakti çıktık yola.
Ah, o başak tarlası unutulmazım! Kovalamaca oynarken boyumuzu aşan başakların arasında koşmak çok keyifliydi; başakların yerle bir olması umurumuzda bile olmamıştı. Hepimiz çocuktuk işte. Akşam eve dönerken tarlanın sahibi, babamla Samet Amca’yı durdurup bizleri şikâyet etmişti. Bizi yanlarına çağırıp hepimize isim takmışlardı: Deli, Zır Deli, Zırzır Deli ve Hınzır Deli. Kötü bir şey yaptığımızı o zaman anlamıştık. O günkü neşemizi ve yediğimiz fırçayı hâlâ unutamıyorum.
Herkes toplanırken Seher gözleriyle birilerini arıyor… Yetişebilecek mi acaba? Endişesi içinde. Bir yandan ismi anons edilenler çıkıp konuşmalarını yapıyor. Heyecandan Dekan’ın konuşmasını dinleyemiyor bile.
Erkek kardeşim ortaokula devam ederken hep onun yerinde olmak isterdim. Ders kitaplarını gizli gizli alıp merakla incelerdim. Anlayamadıklarımı sorsam da anlatmazdı. Zaten onun okumakta gözü yoktu, bir yıl sonra okulu bırakıp inşaatlarda çalışmaya başladı. Her istediğimize ulaşabilsek ne iyi olurdu… Kimi ister ulaşamaz, kimi elindekinin kıymetini bilmez.
On beşime geldiğimde köye taliplerin aracıları gelmeye başladı eve. Ne kadar istemesem de babam ve annem kararlıydı beni evlendirmeye. Ben de belki kocam okumama izin verir düşüncesiyle kabul ettim. Tabii sonuç hüsrandı benim için.
Dekan’ın “Hepiniz artık mezunsunuz, gençsiniz, yolunuz açık olsun” diye sözlerini tamamlamasıyla, “Geç de olsa başardım” edası yayılıyor Seher’in yüzüne.
Yıllar yılları kovaladı ve üç çocuk annesi oluverdim. Çocuklarımın okul dönemlerinde içimdeki kor hep alevlenirdi. Küçük oğlumun ilkokula başlamasıyla “İyi ki ben de başlamışım okuma macerama” dedim. Kocamdan da boşanmıştım artık. Ne olursa olsun, içimdeki ukdeyi yapma isteği ağır basınca oğlumla aynı yıl üniversite sınavlarına hazırlandık.
Yıllar önce Kemal Sunal’ı duymuştum; üniversiteyi ellisinde bitirip rekor kırmış diye. Çevrem dalga geçti benimle, “Bu yaştan sonra okumak ne işine yarayacak?” diye… Onları dinlesem bugün burada olamazdım. Sınav sonuçları açıklandığı gün dün gibi aklımda. Oğlum için üzülürken kendimle gururluydum.
Sıra kendi bölümüne gelince avuçlarının terlediğini hissetti. Konuşmacının, ismini bölüm birincisi olarak anons etmesiyle Seher’in kalbi yerine sığamıyordu sanki. Gözyaşlarını silerek sahneye çıkarken, yıllar kısa film gibi canlandı gözünde. Plaketini alırken, zorlu başlayan eğitimini bölüm birincisi olarak bitirmenin gururu yüzüne yansıdı. Derece alanlara plaketleriyle birlikte kitap hediye edildi.
Kendimi kahraman görmekte haksız mıyım? Söyleyin bana.
Torunlarım büyürken geçiverdi yıllar. Hayalim, geç de olsa gerçek oldu ve gururluyum. Kitap paketimi açtığımda hangi kitap çıktı dersiniz? Evet… Onuncu Köy yine karşımda.
Sizce de herkes kendi kahramanı değil midir?
Özlem Gemici
Not: Cumba Kültür Sanat Platformu Kitabında yayınlanmıştır.

Yorum bırakın