Serin bir yaz akşamıydı. Çardakta toplanmışlardı; kenarda yün dolu bir çuval, ortada düzgünce katlanmış patiska ve yere serilmiş büyükçe bir muşamba vardı. Ihlamur kokusu yün kokusuna karışmıştı.
Hatça Kadın, elinde getirdiği çekici kızı Elif’e uzattı:
“Ihlamur ağacına çiviyi çakıver!” dedi.
Elif homurdanarak çekici alıp çiviyi çakmaya başladı. Birkaç defa çiviyi yamultsa da sonunda sağlamca çakmayı başardı. Yaptığı kurabiyeleri poşetin içinde getirip çiviye astı.
Yere serdikleri muşambanın üzerine enlice bir patiska yaydılar.
Tam o sırada komşuları Zeynep Abla çardaktan başını uzattı:
“Hayırlı olsun!” dedi.
Gözlerinde hem merak hem muzip bir bakışla Elif’i süzdü.
Hatça Kadın, elindekileri bırakmadan cevap verdi:
“İstemeye gelecekler. Bu pazar tatlısı var. İyi oldu; çocuk subaymış, hem babasının tarlaları çok büyük.”
Zeynep Abla gülerek,
“Güzel kızı baldırı çıplak birine mi verseydiniz?” dedi.
“Kısmet böyleymiş,” diyerek annesi patiska üzerine yünleri yol yol dizdi.
“Hadi bana da bir iğne getirin de yardım edeyim!” diye seslendi Zeynep Abla.
Ayşe iğneyi uzatırken,
“Kime niyet kime kısmet derler ya; bakarsınız Elif’ten önce ben giderim,” deyince annesi elindeki terliği fırlatıp,
“Mesmilsiz mesmilsiz konuşma!” diye çıkıştı.
El birliğiyle yorgan sırandı, çaylar içildi, sohbet koyulaştı. Hava kararıp ortalık soğumaya başlayınca evin içine girdiler.
Yemekten sonra başsağlığına giderken annenin aklı fikri Ayşe’deydi. Karşı komşunun oğluyla çok sıkı fıkı olduğuna dair dedikodular çıkmıştı. Onu yalnız bırakmaya gönlü razı olmuyordu.
Beraberce evden çıktılar. Elif yalnız kalınca, önceden hazırladığı giysileri bavula koydu. Yatağına, yorganın altına yastıkları yerleştirip gece lambasını yaktı. Her gün erken yattığı için kimse şüphelenmeyecekti. Saat dokuzda yolun öteki tarafından işaret ışığı üç kez yandı. O da odasının ışığını yanıp söndürerek karşılık verdi.
Kapıdan sessizce süzüldü. Erol onu yol kenarında bekliyordu. Arabaya bindiler; hızla köyün yolundan çıkıp Ankara yoluna saptılar.
Sabah olunca köyde haber hızla yayıldı. Annesi kendini eve kapattı, kimseyle konuşmuyordu. Gözlerindeki yaş da artık kurumuştu.
Ayşe, annesinin yanına gelip elini tuttu:
“Senin ablan ne kadar akılsız… Sen git zengin oğlanı bırak, baldırı çıplak birine kaç!”
Ayşe kısık bir sesle,
“Ama anne… Ablam hep ‘Yediğim soğan olsun, sardığım civan olsun’ derdi, hatırla,” dedi.
“İyi de o soğanın acısı şimdi bizi yakıyor.”
Özel Atay

Yorum bırakın