Doğu Yücel’nin denizleraltında öyküsünün mizahi analizi :
Denizi sevdiğini sanan çok insan gördük ama Doğu Yücel’in kahramanı başka: hem seviyor hem korkuyor ama sevdiğini de popüler beach’e götürecek kadar kapitalizmin etkisinde, Aşık mı gerçektende ?
Bilmiyoruz. O da bilmiyor. Belki de modern aşk böyle bir şey:
Korktuğun şeye doğru koşmak. Ya da korktuğun şeyi story atmak.
Adam denizden korkuyor mu? Evet.
Deniz onu çağırıyor mu? Kesin.
Doğu Yücel’in kahramanı önce popüler beach’te poz kesiyordu, kabul.
Ama o beach sahnesi uzun sürmüyor; çünkü kahramanımızda hâlâ doğaya dair bir vicdan kırıntısı var.
“Daha doğal bir koy bulalım,” diyor.
Sevgilisi de zaten çoktan sıkılmış “dj eşliğinde yüzme terapisi”nden.
Toplanıp gidiyorlar:
Telefon çekmeyen, ambulans ulaşmayan, yosun kokusu ciğerlere işleyen gerçek bir koydalar şimdi.
Koyun suyu soğuk; deniz hem sakin hem tehditkâr.
Kahramanımız denize girmekten hâlâ korkuyor.
Çocukken duyduklarından, izlediği belgesellerden kalma bir paranoya mı, yoksa içgüdüsel bir geri çekilme mi bilmiyoruz.
Ama suyun altında bir şeylerin “onu izlediğini” hissediyor.
Sevgilisi ise tam bir meydan okuma ruhu:
“Deniz dediğin su işte,” diyor,
“Birlikte gireriz, korkacak ne var?”

Giriyorlar. Denize sadece girmeklede kalmıyor, sevişiyorlar.
Ve işte lovecraftçı dehşetin kapısı o anda aralanıyor.
Yaratıklar dipten yükseliyor:
Sürüngen-varyantı tentaküller, gözün görmediği ama bedenin hissettiği kozmik bir öfke. Cthulhu Sen Misin?
İnsan anatomisini tanıyan, insanın zayıf yerlerini bilen bir bilinç var aşağıda. Lovecraft’ın “insanlık umuttur ama kainat kayıtsızdır” sözünün deniz versiyonu.
Kahramanımız panik yapıyor ama fark etmediği bir şey var:
Denizin öfkesi sadece ona değil hepimize.
Çünkü o koy…
İnsanlar Beachlerde eğlenirken, kıyıya vuran boğulan göçmenlerin hayaletin dolandığı koy.
Çünkü o koy…
Yukarıdaki fabrikanın gizlice boşalttığı kimyasallarla her yaz daha da kararıyor.
Çünkü o koy…
İnsanların “doğal koy keyfi” adı altında mangal kömürlerini, plastik tabaklarını bıraktığı bir mezarlık gibi.
Denizin hafızası var.
Hafıza birikince öfkeye dönüşüyor.
Ama final darbesi asıl burada geliyor:
Kahramanımızın spermleri.
Evet yanlış okumadınız.
Her şeye tahammül eden deniz, buna tahammül edemiyor.
Plastik şişelere eyvallah, petrol atıklarına eyvallah,
mega yatların pisliğine eyvallah,
ama kahramanımızın “deniz romantizmiyle birleşen boşalması” bardağı taşırıyor.
Deniz yaratıkları zıvanadan çıkıyor. Ya kahramanımızın spermleri biz yunusu döllerse ? Melez ırklara kimsenin tahamülü yok…
Sanki kozmik bir ahlak yasası çiğnenmiş gibi.
Büyük sembolik anlam?
Tabii ki var:
İnsanlık hep doğaya bir şeyler boşaltıyor,
pislik, atık, çöp…
Ve sonunda kendi bedeninden çıkan “ölçüyü kaçırmış bir kibir” olarak algılanıyor suyun altında.
Yaratıklar kahramanı aşağı çekmeye başlıyor.
Soğuk dokunaçlar ayak bileklerini kavrıyor.
Sevgilisi çığlık atıyor.
Kahraman nefesini tutuyor.
Ve tam ölümle yüzleşirken—en ironik, en çirkin, en insani hareketi yapıyor:
Sevgilisini satıyor.
“Ben istemedim! O istedi!
Denizde sevişmek onun fikriydi!
Benim suçum yok!”
Aşka ihanet.
Kendine ihanet.
Doğaya ihanet.
Hepsi tek cümlede.
Yaratıkların bir an duraksaması bile insanlık tarihinin özeti gibi:
—“Gerçekten mi?
Her şeyi kadınların üzerine atmaya bu kadar mı alıştınız?”
O anda deniz hem tiksiniyor hem gülüyor.
Deniz, kahramanı bağışlayıp bağışlamamaya karar verirken biz okurlar şunu anlıyoruz:
Derinlikler yalnızca su değil; ahlakın, utancın, öfkenin gerçek katmanları.
Kahramanımız kurtuluyor mu?
Evet.
Ama bu bir zafer değil; daha çok “insan türü olarak lanetli bir devamlılık” gibi.
Çünkü biz asla ders almıyoruz.
Deniz de bunu biliyor.
Bizi bağışlamıyor ama hemen öldürmüyor;
çünkü ceza, yaşamaya devam etmek.
Orhan Duru ile Kısa Karşılaştırma
Öykü inceleme grubu olarak geçen yıl Orhan Duru’yu okumuştuk, ironik, toplumsal gerçekçi bilimkurgulardı. Çok etkisi altında kalmıştık Yoksullar geliyor kitabının. Düşümdüm Orhan Duru aynı hikâyeyi yazsa:
Yaratıklar değil deniz memurları çekip götürürdü kahramanı.
Bir imza eksik diye.
Ya da deniz, absürt bir bürokrasiye bağlanırdı.
Doğu Yücel’de ise bürokrasi yok;
yerine etik, ekoloji ve varoluş var.
Duru’nun soğuk ironisi yerine Yücel’in sıcak, ama tokat gibi çarpan bir ironisi.
Duru insanın saçmalığına güler,
Yücel insanın doğaya ihanetine öfkelenir.
Sonuç: Derinlikler Bizi Unutmuyor
Denizleraltında sadece fantastik bir öykü değil;
ekolojik travmanın, romantik zaafın ve insan denen türün iğrenç çelişkilerinin punk bir teşhiri.
Deniz insanı sevmez.
Belki haklıdır.

Yorum bırakın