Jorge Luis Borges için bir deneme
“Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır.”
— Ludwig Wittgenstein
Bir sabah Borges’in aynasında uyandım. Camda kendi yüzüm değil, başka bir benliğin solgun silueti vardı. Aynalar, Borges için yalnızca yansıtıcı değil; aynı zamanda çoğaltıcı, bölen ve şüphe üreten varlıklardır.
Aynaya bakarken kim bakar, kim yansır? Hangisi “ben”?
Hangisi “ben olmayanın bana benzeyen versiyonu”?
Tıpkı dil gibi: Hem açık hem aldatıcı.
Borges’in evreni, haritayla çıkılamayan labirentlerle doludur. Onun labirentleri taş değil kavramdır; tuğla değil anlamdır. Ariadne’nin ipliği yoktur. Yalnızca ipliği tuttuğunu sanan bir el vardır.
Ve o el: Shakespeare’in mi, yoksa yalnızca onun hayalindeki bir hayaletin mi?

Shakespeare, Borges için tek bir yüz değil, sonsuz maske demektir. Hamlet’tir, Lear’dır, Macbeth’tir. Ama aynı zamanda hiçbiri değildir.
Belki de şöyle yazmak gerekir:
“Shakespeare tüm maskeleri yazdı ve böylece kendi yüzünü unuttu.”
Maske, yalnızca saklamaz; bazen yokluğu gösterir. Borges’in metinleri bu yoklukla doludur: bir başkasının maskesini takmış anlatıcılar, kendisini yitirmiş yazarlar, aynada başkasını görüp ona dönüşen gölgeler.
Wittgenstein der ki: Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır.
Borges bu sınırları aşmaya çalışmaz; onların içindeki boşlukları derinleştirir.
Kaplan sözcüğünü yazarken hayvanı değil, Tanrı’nın düşündeki izini kasteder.
Dil, Borges’te yalnızca bir taşıyıcı değil, labirentin ta kendisidir.
Bir Borges öyküsüne girmek, aynada ters dönmek, bir labirente sessizce süzülmek, maskeyle kendi yüzünü takas etmek ve nihayet kendi sesini Shakespeare’in dizelerinde bulmaktır.
Belki de Borges, kendisini yazan başka bir Borges’in kurgusuydu.
Ve belki de biz okurlar o yazarız. Her öyküyü her birimiz farklı farklı yazıyoruz.

Işın Güner Tuzcular için bir cevap yazın Cevabı iptal et