Maria öldü. Ben de onunla birlikte öldüm. AKM’nin -4. katında.
Asansörle indim. Bir tür iniş ritüeliydi. Yukarıda heykeller, içinde kocaman kırmızı bir küre olan opera salonu, Andy Warhol sergisi vardı. Ama aşağısı sadece bizimdi. Eski AKM’yi düşündüm. Küçüktü. zarifti. Ama şimdi bu yeni AKM: Aşırı Şatafatlı ve yanlız. Altınyaldızlı bir boşluk.
Yalnız kadınlar vardı içeride. Sanki sadece kadınlar davetliydi bu filme. Maria’nın cenazesi gibiydi ama kimse siyah giymemişti ve kimse ağlamıyordu.
Film başladı.
Paris’teki daire nefes almıyordu. Eşyalar, koltuklar, vazolar bile geçmişe boğulmuştu. Maria da öyleydi. Paris boğuyor. Maria de.
Angelia Jolie konuşmuyor. Ama çığlık atıyor. Sadece bakarak. Bazen dudaklarının kıpırtısıyla, bazen bir çay bardağını kavrayışıyla. Sesi yoktu. Ama içimizde bir şeyleri parçaladı o sessizlik. Haluk Bilginer’de Onassis’i iyi oynuyor ama benim gözlerim Jolie’de.
Uyandım. Film geceme de sızdı.
Onassis siyah frankı ile salonda oturuyordu. Bir elinde konyak. ” “Çirkinim ama Zenginim, istediğim herşeyi elde ederim.” Ardından iç çekti. Arkasında nadide Hermes heykeli duruyordu. Bir Yunana müzesinden çalınıp, aç gözlü koleksiyoncunun şifonyerine kapatılmış.
️ Ve sonra o yakışıklı genç gazeteci girdi içeri.
Belki rüyaydı, belki de Maria’nın geçmişinde kalmış bir yüz. Belki yönetmenin alter egosu. Siyah defterine bir şeyler not alıyordu sürekli. Bana değil, Maria’ya bakıyordu. “Hiç mutlu oldunuz mu?” diye sordu. Maria cevap vermedi. Sadece gözlerini kapadı. Ama içinden geçen şu oldu: “Mutlu olmak mı? Sahneye dönebilseydim belki.”
Maria sahnede değil. Maria salonda değil.
Maria sadece bir sesten ibaret.
O sabah Paris’te gri bir ışık altında, aynaya düşmeyen bir silüet.
Sesi var, vücudu yok.
Sadece tizlerde çatlayan bir yankı.
Bir zamanlar bir bedeni olmuş bir sesin, mekânda yankılanan hatırası.
Ve sonra — Monroe giriyor.
Ama bu kez o ışıl ışıl değil.
Sesi boğuk, hatta çirkin.
Sanki çocukken söndürülmüş bir şarkının küllerini konuşuyor.
Ama yine de herkes ona bakıyor.
Çünkü o güzel o sarışın o seksi
Maria ise sesiyle var, bedeniyle değil.
O andan sonra daha çok susuyor.
Sesini kaybetmek en büyük korkusu
Yok olmak sesini kaybetmek
🎎 Madama Butterfly yağmurla geldi.
Bir Japon kadın korosu içeri doldu. Maria’nın hayaliydi belki. Belki bir opera dekoru. Ama o kadar güzeldi ki… Yağmur Maria’nın gözyaşları gibi düşüyor kimono kollarından. Sanki Maria’nın içinden geçiyorlardı.
ve Son sahne
Sahne yok, seyirci yok. Ama Maria orada, şarkı söylüyor. Sesini kaybetmiş bir kadının son hayali bu. Alkış yok. Ama gözleri parlıyor. Ve ben: Ben Maria’nın içine düştüm. Oradan çıkmadım.
.

Ben de buraya yazdım. Bir fanzin sayfasına. Bir gün okursanız, bilirsiniz. Maria hâlâ aramızda. Gece 2’de Onassis’le içiyor olabilir. Veya genç gazeteciyle bir daha konuşmayı bekliyor.
Maria sahneye gömüldü. Biz de onunla birlikte.

Işın Güner Tuzcular için bir cevap yazın Cevabı iptal et