Sakıncalı bir gece

Daha dün beraberdik. Telefon etmişti, “Gel beni al,” diye.
“Neredesin?” diye sorduğumda, telefonun öbür ucundaki hınzır kıkırdamayı hissetmiştim.
“İlk buluştuğumuz yerdeyim.”

İlk buluştuğumuz yer, şimdi artık olmayan bir otobüs durağıydı.
“Saçmalama,” dedim. “Ne zamandır yıkıldı orası.”
“İyi ya, biliyorsun işte. Oraya gel.”

Zaten işim başımdan aşkındı. Olmayan bir yeri bulmakla uğraşacak halim yoktu.
“Gelemem,” dedim.
Telefon şak diye kapandı. Rahat bir nefes aldım. Gözlüğümü taktım.
Hava yavaş yavaş kararıyordu. Dikkatimi toplayıp önümdeki bir tomar faturayı incelemeye devam ettim.
Dışarıda ışıklar tek tek yanmaya başlamıştı. Pencerenin yanındaki sokak lambası bir süre daha idare etti.
Sonra kalkıp abajurumu yaktım, biraz gelip geçenleri seyrettim.

Kendime içecek bir şey hazırlayıp aylak aylak oturmaya karar verdim.
Dışarıdan bir havlama sesi geldi. “Bizim yaşlı köpek yine bir şeylere sinir olmuştur,” dedim.
Fazla da takmadım zaten.

Mutfağa doğru giderken kapının dışından gelen bir takım gürültüler duydum.
İçimden komşulara söylenerek meyveleri yıkadım ve birkaç erikle bir salkım üzümü güzel bir seramik kaseye yerleştirdim.
Yanına da biraz beyaz peynir koydum. Dolaba baktım, rakı kalmamış.
Biraz keyfim kaçtı ama şimdi bu saatte çıkıp tekel aramaya da üşendim.
Bir rakı kadehine su ve buz koydum. “Bu da beyaz olmasın,” diye güldüm içimden.
Küçük oyunlarımdan biriydi.

Gürültüler biraz ara verdikten sonra tekrar başladı.
Akşam akşam bu ne böyle, diye yola baktım. Kimsecikler yoktu.
Sanırım apartmanın içinden geliyordu. Üst kattaki karı koca mı, öbür dairelerdeki gençler mi, her neyse…
Perdeleri de çekip biraz bekledim.

Tıkırtı ve gürültülerden merdivenlerden birilerinin indiği anlaşılıyordu.
Topuk sesleri de vardı. Gözetleme deliğinden baktım, ışık bir ara yanıp söndü, kimse yoktu.
Kulağımı kapıya dayadım, sesler azalarak uzaklaştı.
Sonra birileri sokak kapısını çarparak çıktı.

Perdeyi aralayıp baktım.
Bir adamla bir kadın sokak lambasının altında, arkaları dönük duruyorlardı.
Adam bir sigara yakıp kadına verdi, kadın aldı, dumanını üfürerek karanlığa doğru baktı.
Sonra adama bir şeyler söyledi, birlikte uzaklaştılar.
Sigaralarının koru yanıp sönüyordu.

Meyvelerimi ve sözde rakımı masaya koyup gürültüleri, adamla kadını düşündüm.
İkisini de tanımıyordum, yüzlerini görmemiştim, kıyafetleri de oldukça düzgündü.
Akşamın bu saatinde ne iş çeviriyorlardı, anlamadım.
Ama sıradan bir ziyaret değil gibiydi.

Her neyse. Zaten faturalardan ve tuhaf sevgiliden yeteri kadar sıkılmıştım.
Bu kafayla uyku tutmaz, dedim ve gecenin gölgeleriyle ışıklarına takıldım biraz.
Hafiften bir yağmur çiseliyor, sokak lambasının ışığında ince kar taneleri gibi uçuşuyordu.
Birkaç üzüm tanesi attım ağzıma. Aldırmazlığın tepe noktalarındaydım.

Parasal olarak batıp çıkmanın ince çizgisinde,
Aşk hayatı olarak okült bir psikopatın tacizinde,
Tip olarak salıp koyvermiş bir görünümde,
Yeni kurmaya çalıştığım işte korku ve güvensizlikle kuşatılmış,
Yaslanacak bir arka taşı bulamamanın çaresizliğine batmış,
Debelenip duruyordum.

Yine de hiçbir şey yokmuş gibi kendimle dalga geçmeye çalışıyor,
Hatta neredeyse bu konuda bitmeyen deneyler yapıyordum.
“Yeter artık,” diye söylendim.
Pencereden bakmayı bıraktım.

Tam kalkmak üzereyken, kulaklarımı patlatan bir el silah sesiyle neye uğradığımı şaşırıp masanın altına saklandım.
Birkaç bağırış çağırış, merdivenlerde koşuşturan ayak sesleri, yine çarpan sokak kapısı…
Sesler kesildi.

Eğilerek parmak uçlarımda pencereye yaklaştım.
Masa lambasını kapattım, korkudan titreyerek dışarıyı görmeye çalıştım.
Yağmur damlaları sokak lambasının ışığında uçuşuyordu.
Yerler biraz ıslak ve yansımalar tablo gibiydi. Kimsecikler yoktu.

Hayal görmüşüm ya da her şey kafamın içinde olup bitmiş gibiydi.
Sokağın ıssızlığı ve sessizliği ürküyücüydü.
Karar verdim. Çıkıp bakacaktım.

Komşulardan hangisinin işin içinde olduğunu bilmiyordum ve şimdiye kadar da evde oturanlar zerre kadar umurumda olmamıştı.
“Keşke olsaymış,” dedim içimden. Ne biçim bir yerdi böyle burası!
“Olmazsa başka yerde ev bakarım,” dedim.

Pardesümü giydim, şemsiyemi aldım. Sessizce kapıyı açtım.
Şu fotoselli ışıkların bozulmuş olması da şansıma işte.
Karanlıkta kendimi kollayarak basamakları tek tek indim.
Zaten birinci kattı.

Sokak kapısı aralıktı. Kapıyı yavaşça ittim ve dışarıya sızdım.
Yine aralık bıraktım. Ne olur ne olmaz, duvarın dibinden gidiyordum.
Kaldırımda bir şey fark ettim.

Gözlük camlarım biraz ıslanmıştı ama bir ipucu bulmuştum sanırım.
Etrafımı kollayarak yaklaştım.
Şemsiyemin ucuyla yerdeki şeyi kendime doğru çektiğimde bir cüzdan olduğunu anladım.
Eldivenliydim ve gerekirse aynı yere tekrar bırakırdım.
Seri bir hareketle cüzdanı alıp hemen eve girdim.

Cüzdanı masanın üzerine koyup bu sefer lastik eldivenleri elime geçirdim.
Eski kahverengi bir cüzdandı.
İçinde iki tane kredi kartı ve bir vesikalık resim vardı.
Yıpranmış bir resim. İnce bir kadın yüzü.

Bozuk para gözünde bir nikah yüzüğü: “Eray.”
Bir de fermuarlı göz vardı. Merakla açtım.
Yarım desteye yakın dolar.

Dolarları aceleyle saydım. Resmi, yüzüğü ve dolarları alıp cüzdanı sokağa bırakmaya karar verdim.
Ama ne zaman?
En iyisi pencereden aşağıya yavaşça atmaktı.
Buralarda sokak kamerası falan da yoktu.

Biraz düşündüm.
Resmi ve yüzüğü almayı neden istemiştim?
Büyük olasılıkla resim, adamla beraber apartmandan çıkan kadının resmiydi.
Peki ne olmuştu?

Bir kere adam ya da kadın cüzdanı fark etmeden düşürmüştü.
Ortalıkta kan lekesi, yaralanma belirtisi falan da yoktu.
O halde silah sesi neydi?

Birlikte sakince uzaklaşmışlardı.
Peki apartmandaki tekrarlayan koşuşturma ve gürültüler neydi?
Beklemeye karar verdim.

Sonuçta ev yine sessizliğe gömülmüştü ve beni gerçekten tedirgin ediyordu bu sessizlik.
Bir mafya evine falan mı düşmüştüm?
Sokak serserileri de pek geçmezdi ama cüzdanı sokağa bırakmaktan vazgeçtim.
Bir iki gün bekleyip polislik bir iş olup olmadığına bakmak daha güvenliydi.

Sonra dolarları azar azar bozdurmaya başlardım ve iş oturana kadar beni rahat idare ederdi.
Önce dolarları zulama saklayacak, sonra da cüzdana bir senaryo düşünecektim.
Onu yok edemezdim. En azından şimdilik.

Cüzdandaki ince genç kadın yüzü ve ince altın yüzük sanki beni büyülemişti.
Tuhaf bir şekilde cüzdana bağlanmış hissediyordum kendimi.
Sanki kadının kokusu cüzdana sinmiş, varlığı cüzdanda yaşam bulmuştu.
Farklı bir yaşam formu, dedim içimden, cüzdana dokunarak.

Sanki o yıpranmış resim, içindeki paradan daha önemliydi.
Platonik bir aşk gibi.
Güldüm. Kafayı mı yiyordum nedir!

Tamam. Cüzdandan kurtulacaktım.
Resimle yüzüğü de paraların yanına koyup bekleyecektim.
Yine pencerenin yanına gittim.

Kuyruğunu bacaklarının arasında sıkıştırmış, yağmurdan ıslanmış bir sokak köpeği tırıs tırıs geçti.
Eski bir araba takırtayarak ve motorunu homurdatarak geçti.
Alaca karanlık başlamıştı.

Tekrar camdan baktığımda pencerenin altında kadınla adamı gördüm.
Yerde bir şey arıyorlardı.
Bir süre durdular, düşündüler. Sessizce birbirlerine baktılar.

Şimdi kadının yüzünü daha iyi seçebiliyordum. Resimdeki ince yüzdü.
Daha yakından görme içgüdümü bastırmalı mıydım, bilemedim.
Sonra dolarları düşünüp vazgeçtim.

Cüzdanı apartmandan birine sormuyorlardı.
Tekrar gelmeye de çekinmemişlerdi.
Haraç mıydı? Çek tahsilatı mıydı? Kumar borcu muydu?
Belli ki temiz bir para değildi.

Yoksa bu kadar sessiz sedasız çekip gitmezlerdi.
Apartmandakilerin gürültülü koşuşturmasına sonra kafa yoracaktım.

Pardesümü giydim, aşağıya indim, sokak kapısından çıkarken bir anlığına kadınla göz göze geldik.
Uykusuz bir gecenin yorgunluğunu taşıyan umutsuz bakışlar ve soluk bir yüz.
Yanından geçerken hafifçe başımı eğip, “Günaydın,” dedim.
Boş cüzdanı az ötede bir köşeye attım, yürümeye devam ettim.

Gerçekten güzel bir kadındı.

Not : Kiltablette yayınlanmıştır

“Sakıncalı bir gece” için bir cevap

  1. emineaysun Avatar

    Merakla okudum, cok hoşuma gitti. Elinize sağlık.

    Beğen

emineaysun için bir cevap yazın Cevabı iptal et