Teknesi askeri filikadan bozmaydı. Eskiydi, artık eskisi gibi yol almıyordu ama emektardı. Rıdvan Dayı’nın geçimine büyük katkısı olmuştu yıllarca. Kimi zaman eski bir dost gibi dertleşirdi onunla. Bazen balığa çıkar, karınlarını doyuracak kadar tutar; artanı buzluğa koyar, zor günlerde çıkarır, hatta konu komşuya dağıtırdı. Arada koca koca çorbalık sinaritler de düşerdi kısmetine.

Yaz gelince, turistik kasaba Bozburun’da turistler çoğaldıkça Rıdvan Dayı’nın teknesine de iş çıkardı. Tertemiz yıkayıp balık kokusundan arındırır, üç beş kişiyi alıp koy koy dolaştırırdı. Bazı günler eli bol müşteriler çıkardı; anlaştığından fazla para bırakır, gördükleri her yere hayran kalır, ikram edilen ne varsa afiyetle yer içer, mutlu ayrılırlardı. Ama bazen de memnun olmayanı gelirdi. Ne gittiği koyu beğenir, ne yediğini; azarlar, bağırır, üstüne üstlük parasını da eksik verirdi. O günlerde Rıdvan Dayı’nın keyfi iyice kaçar, dermanı tükenirdi.
Zaten tekne yaşlandıkça masrafı artmıştı. Gücü yetmedikçe eski atık makinelerden parça bulup ekler, elinden geldiğince yürütürdü ekmek teknesini.
Bir sıcak Ağustos günü, Safinaz ne istediyse “bakarız” deyip bir sigara yaktı. Cebindeki son yüz lirayı bozduralı çok olmuştu, elinde sadece bozuk paralar kalmıştı. Konuşacak mecali bile yoktu.
İki göz odalı evlerde oturanlar bile gavurun parasıyla güzel para kazanıyor, kışın kahvede pofur pofur sigara tüttürüp bankadaki paralarını anlatıyor, hanıma çocuğa aldıklarını sayıp döküyorlardı. Rıdvan Dayı her böyle sohbet duydukça hevesi kırılıyor, içi burkuluyordu. Ne kısmet çıkıyordu, ne düzgün müşteri. Oysa vakit kaybetmeden namazını kılar, duasını eder, şükrederdi hep.
Ertesi sabah erkenden kalktı, teknesini temizledi. Yeni boyadığı merdiveni taktı. Son günlerde her müşteri, sanki sözleşmiş gibi, teknenin paslı merdivenini gösterip homurdanıyordu. Bakalım bu boyalı merdiven neler getirecekti?
Sahilde her gün daha çok tur teknesi beliriyor, her biri fiyakalı fiyakalı süzülüyordu. Rıdvan Dayı da “belki sıra gelir” deyip günlük listeye teknesinin adını yazdırdı. Başladı beklemeye. Saatler ilerledikçe tekneler doldu, uzaklaştı. Kimse Rıdvan’ın yeni boyalı merdivenli teknesine bakmadı bile. Hava ısındıkça ısındı. Karnı açtı, susuzdu. Kahvaltı bile etmemişti. “Belki müşteri gelir” umuduyla veresiye nevale bile alamamıştı. Ya bugün de kimse binmezse? Bu yaştan sonra yalancı çıkamazdı.
Başına mendilinin uçlarını düğümleyip taktı. Ani bir kararla tekneyi terk edip çarşıya öyle büyük adımlarla yürüdü ki, görenler şaştı kaldı. Bazı tanıdıklara selam bile vermedi. Bahçe kapısını öyle haşmetle açıp elinden hızla bıraktı ki içeriden Safinaz bağırdı:
— Kimdir o? A densiz, a ayarsız! Kapı öyle mi açılır, öyle mi kapanır?
Rıdvan Dayı ter içinde, mendili başında eve dalınca Safinaz’ın yüzü şaşkınlıktan dondu.
— Hayırdır, ne oldu?
Daha cümlesini bitiremeden Rıdvan:
— Yürü hanım, yürü gidiyoz! Bugün tura biz gidiyoz. Bizden iyi adam mı var? Sıra bizde! Motorun gideceği yere kadar gidelim!
Safinaz, “Bre adam, delirme!” dese de etekleri bir yandan zil çalıyordu. Bir yandan yazmasını bağladı, bir yandan şalvarını torbaya tıkıştırdı. Son aldıkları çay paketinin dibinde kalan bir demliklik çayı da torbasına attı. “Bari bir çay demler, ayağımı uzatır, etrafı seyrederim” diye düşündü.
İskeleye hiç böyle hızlı inmemişlerdi. Görenler, “Herhâlde bir yere yetişecekler” sandı. Selam bile verecek vakitleri yoktu. İçinden biri “Hayırdır inşallah” diye geçirdi.
Rıdvan Dayı demiri çekerken Safinaz, azar işittikçe eli ayağına dolaşan bir gemici gibi oradan oraya koşturuyordu. “Hay deli bozuk adam, neye kızdı yine?” diye düşündü durdu.
Hava mis gibiydi, deniz sütlimandı. Zakkumlar, begonviller geride kaldı; tekne ileri doğru yol aldıkça dertler de geride kalıyor gibiydi. Belki de Rıdvan bırakıyordu ardında. Bugün ne balık vardı kafasında, ne müşteri. Sadece kendileri ve yeni boyalı merdivenli tekneleri…
Kızılada’ya doğru hafif kırdı dümeni. Büyük teknelerin arasında zor buldu kendine bir aralık. Safinaz demir atmaya hazırlanırken Rıdvan birden kendini denize bıraktı. Foşşş sesiyle çevredeki teknelerdekiler ayağa kalktı. Safinaz tekneyi tutamayınca sağa sola yalpaladı. Rıdvan avazı çıktığı kadar bağırıyordu:
— Be gısmetsiz! Birine çarpsak halimiz ne olurdu?
Safinaz da altta kalmadı:
— Be deli bozuk! Ne işimiz var bu gıymetlilerin arasında?
O sırada hızlı bir botla iki genç denizci gelip tekneyi dengeledi, Rıdvan’ın ipleri bağlamasına yardım etti. Rıdvan şaşkın bir rahatlama ile:
— Sağ olun, sağ olun evlatlar…
Gençlerden biri gülerek:
— Yok dayı. Buralar sizin. Asıl biz rahatsızlık veriyoruz.
dedi. Safinaz bu sözlerden sonra denizi seyrederken içinden deli fikirler geçti. “Buralar bizimse, ben de kendimi suya atsam ne olur? Rıdvan kızsa da… Ama olmaz, yüzme bilmem ki.”
Bir ara çaylarını içip ev ekmeklerini yediler. Rıdvan’ı tatlı bir uyku bastırdı, şöyle uzanmasıyla horultuları başladı. Safinaz’ı ise sıcak bastıkça bastı. Deniz öyle berrak, öyle davetkârdı ki. “Azıcık merdivenden ineyim, ayaklarımı ıslatayım, o bile yeter” dedi.
Bir, iki basamak indi. Ayakları ıslandı. Eğilip ellerini, yüzünü ıslattı. “Ne güzel şeymiş şu deniz…” diye geçirdi içinden. Bir basamak daha derken, yeni boyanın kayganlığıyla ayağı kaydı. Bir anda kendini suda buldu. Yazması uçtu, şalvarı şişti. Bir batıyor, bir çıkıyordu. Su yutup debelendikçe boğazından çıkan ses tüm koyu inletti:
— Guuurtaaarınnnn! Ölüüüyorummm!
Yan teknelerden denizci gençler şişme simitlerle yetişti, Safinaz’ı çekip aldılar. Tam o sırada uyanan Rıdvan Dayı’nın küfürleri yankılandı. Birkaç dakika içinde ipler çözüldü, zincir toplandı. Motor bağıra bağıra koydan ayrılırken Safinaz hâlâ bağırıyordu:
— Ne olmuş yani? Bir de ben yüzsem? Ne diye erkenden everdiler beni sanki! Yüzme bilirdim şimdi! Seni mi dinlerdim, ohh serinlerdim! Duzsuz herif, nolcek gari!
Serap Alsırt

emineaysun için bir cevap yazın Cevabı iptal et