Bir Zamanların Galleria’sı
Bir zamanların en modern alışveriş merkezi, İstanbul’un vitrinlerinden biri, şimdi kepçelerin, tozun ve sessizliğin arasında tarihe karışmayı mı bekliyor?
Cam tavanlarından ışık süzülen o geniş avlular, döner kapının ve merdivenlerin altındaki buluşma noktaları… Hepsi, şehrin belleğinden yavaşça silinmeye mi çalışıyor?
Oysa her yapı, yıkılmadan önce içindeki sesleri bir kez daha fısıldar gibi olur. Ve Galleria… Benim hafızamda bir günde, bir yarışmada, miyavlayan hayatın en naif hâliyle kalmış.
Şimdi, tozun altında kaybolmadan önce, orada yaşadığım o günü, belki de sadece kendime hatırlatmak için yazıyorum…
Ataköy Galleria’yı en son ne zaman bu kadar kalabalık gördüğümü hatırlamıyorum. Belki de hiçbir zaman. Fakat ben oraya ilk kez gittiğim o günü hatırlıyorum. Gençliğin en güzel yaşındaydım… Ne çocuk kadar hayran, ne de şimdiki kadar mesafeli…O gün Galleria’da bir “Kedi Güzellik Yarışması” yapılacağını duyunca, arkadaşlarımın alaylı bakışlarına aldırmadan gitmeye karar vermiştim. Hayvanlara karşı ilgim hep vardı, o gün sanırım biraz da başka bir şey arıyordum: İstanbul’un ortasında, betona rağmen hâlâ canlı bir şeyler olduğunu hissetmek… Betonlaşmaya başlamıştı İstanbul’um.
Çocuklar etrafta koşuşturuyor, yaşlı amcalar kedilere yaklaşıp “Baksana, bizim çocukluğumuzda böyle kedi olur muydu?” diye soruyordu. Galleria’nın cam tavanından süzülen güneş ışığı, o günü daha da büyülü kılmıştı gözümde. Sanki zaman yavaşlamış, İstanbul’un kalabalığı bir anlığına durup sadece kedileri izlemeye koyulmuştu.
Yarışmanın sonunda kazanan açıklandı. O an alkışlar koptuğunda, sanki büyük bir töreni izliyormuşum gibi heyecanlanmıştım. Sahibi gözleri dolarak teşekkür etti; kedi gayet ilgisizce patisini yalıyordu.
O günden sonra ne Galleria aynı Galleria oldu, ne biz aynı biz. Hayat değişti, kediler hâlâ asil…
Salonun ortasında kurulmuş podyumu çevreleyen kalabalığın arasında yürürken, insanların gözlerindeki heyecanı görmüştüm. Kimisi çocuklarını omzuna almış, kimisi elinde o zamanın dijital kameralarıyla en şirin kareyi yakalamaya çalışıyor. En çok da ilgimi çeken birkaç anne çocuğuna emniyet kemeri takmıştı. O senelerde Avrupa seyahatlerine giden ailelerde olurdu. Çocukları ile rahat yürüyebilmekti amaçları. Henüz bizim ülkede yaygın olmadığından da tuhaf karşılanıyordu. Meraklı gözler üzerlerindeydi…
Çoğu anne baba, bazıları belli ki sadece meraktan gelmişti. Ben ise sanırım sadece gözlemlemek için… Anı defterime yazıyordum.
Kedilerse her şeyin farkında gibiydi. Yarışmanın değil, izlenmenin. Kimi korkmuş, kimi gururlu, kimi umursamaz. Özellikle biri vardı: gri, yuvarlak suratlı bir British Shorthair (sonradan öğrendim cinsini). Sahibi onu gururla taşıyordu; fakat kedi tüm o şamataya karşı sanki şöyle diyordu:
“Yine de ben bilirim kendi değerimi.”
O an onunla göz göze geldim. Kısa bir an. Ama öyle anlar vardır ya, bir insanla değil de bir hayvanla yaşandığında bile, insan kendini tanımlanamaz bir yerden yakalanmış hisseder.
Jüri değerlendirme yaparken insanların yorumlarını dinledim.
“Bu kesin birinci olur.”
“Ay şu çok tatlı ama biraz tombul.”
“Bak bak nasıl poz veriyor!”Sanki yarışan kediler değil de, bizim kendi zevklerimiz, beklentilerimizdi. En çok alkışı alan kedi sonunda ikinci oldu. Bir çocuk ağlamaya başladı. Annesi “Ama o da ödül aldı bak,” dedi. Fakat çocuk üzgündü, çünkü onun favorisi kazanmamıştı.
O an fark ettim: Belki de en insanca şey, taraf tutmak.
Yarışma bitti. Kediler çantalarına döndü, kimisi kucaklarda… İnsanlar dağıldı. Ben biraz daha kaldım. Boşalan podyuma baktım. Üzerinde birkaç kıl kalmıştı, biraz da tüy. Sanki kediler değil de tüyler yürümüş gibi üzerinden.
O günden sonra bir süre kedi sahiplenmeyi düşündüm. Fakat sonra hayat başka bir yöne aktı: kiralar, taşınmalar, kayıplar, yenilikler… Kedi gibi, her şey biraz kendi yolunda gitti. Bir tanesi hâlâ aklımdadır: devasa bir kedi… Tüyleri dalga dalga, gözleri zeytin yeşili… Sanki bir masal kitabından çıkıp gelmişti.
Yıllar sonra, bu anıyı hatırlarken şunu fark ediyorum: Galleria’da o gün sadece bir yarışma izlememiştim. Şehrin içindeki küçük bir nefesi, birkaç dakikalığına duran zamanı, insanların bir araya gelip aynı şeye gülümseyebildiği bir anı tanık olmuştum.Bazı anılar hafifçe mırlar. Sessizce yanınıza sokulur. Ve siz fark etmeden, kalbinizin bir köşesine kıvrılıp uykuya yatar.
Burcu Turker

butterypizza7846416486 için bir cevap yazın Cevabı iptal et