Mustafa Kemal Atatürk, ne çok şey ifade ediyor bizler için. Vatan, demokrasi, cumhuriyet, emek, vicdan, özgürlük, adalet… Saymakla bitmeyen bütün erdemli kelimeleri bir araya getirsek yetmez “Ata”mızı anlatmaya. Cumhuriyet, yalnızca siyasi bir sistem değil, aynı zamanda bir düşünce devrimi, bir özgürleşme hareketidir. 29 Ekim 1923’te ilan edilen Türkiye Cumhuriyeti, toplumsal yapıyı kökten değiştirirken sanatı da bu dönüşümün merkezine yerleştirmiştir. Çünkü sanat, özgür düşüncenin en saf ifadesidir; cumhuriyetin ruhunu yansıtan bir aynadır.

Sanata Verilen Değer ve Kurumsallaşma
Sanata ve sanatçıya verdiği değeri Atatürk’ün sözlerinden ve yaptıklarından anlıyoruz. Bugün sanata ve sanatçıya gölge düşürmeye çalışanlara, sansüre, yasaklara yine Atatürk’ün sözüyle bir kez daha cevap vermiş olalım: “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.”

Cumhuriyetin ilanıyla birlikte sanat, sarayların duvarlarından halka açık mekanlara taşınmıştır. 1908’de “Osmanlı Ressamlar Cemiyeti” olarak kurulan topluluk, 1921’de “Türk Ressamlar Cemiyeti”, 1926’da “Türk Sanayi-i Nefise Birliği” ve daha sonra “Güzel Sanatlar Birliği” adını alarak modern sanat akımlarının temel taşları arasında yerini aldı. 1927’de “Güzel Sanatlar Enstitüsü”ne dönüştürülen “Sanayi-i Nefise Mektebi”, bugün hâlâ Mimar Sinan Üniversitesi bünyesinde güzel sanatlar fakültesi olarak varlığını sürdürmektedir.
Resim ve Heykel Sanatında Devrim
Geleneksel minyatür ve hat sanatının yanında modern resim, heykel ve tiyatro gibi formlar gelişmiştir. Atatürk, heykel sanatına verdiği önemi “Dünyada medeni olmak, ilerlemek ve olgunlaşmak isteyen herhangi bir millet, mutlaka heykel yapacak ve heykeltıraş yetiştirecektir” sözleriyle gösterdi. 3 Ekim 1926’da İstanbul Sarayburnu’nda açılan Atatürk Heykeli, yapılan ilk heykel oldu.
1929’da Cumhuriyetin ilk sanatçı topluluğu “Müstakil Ressam ve Heykeltıraşlar Birliği” kuruldu. Müstakiller olarak bilinen bu grup, Türkiye’de heykel ve resim sanatının benimsenmesini kolaylaştırmak için çalışmış, sanatçının ekonomik özgürlüğünü savunmuştur. 1933 yılının eylül ayında ise beş ressam ve bir heykeltıraş; Nurullah Berk, Zeki Faik İzer, Elif Naci, Cemal Tollu, Abidin Dino ve Zühtü Müridoğlu, bir araya gelerek “D Grubu” adlı sanat topluluğunu kurdu.
İbrahim Çallı, Namık İsmail, Nurullah Berk gibi isimler, fırça darbeleriyle cumhuriyetin çağdaşlaşma idealini tuvale taşımışlardır. Bu dönem sanatçıları, 1914’ten sonra Sanayi-i Nefise Mektebi’nde öğrenime başlayan, Avrupa’da resim öğrenimini tamamladıktan sonra yurda dönen bir kuşaktı. Yaşamları ve eğitim dönemleri, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışı, Türk Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyetin kuruluş yıllarına rastlamaktadır.
Edebiyatta Yeni Bir Dil: Öykü ve Roman
Cumhuriyet Dönemi Türk edebiyatı, Tanzimat’tan itibaren oluşan modern edebiyat geleneğinin birikimini devam ettirirken, aynı zamanda köklü bir dönüşüm yaşamıştır. Halide Edip Adıvar, Reşat Nuri Güntekin gibi Cumhuriyet öncesinde yazmaya başlamış isimler, yeni dönemde de eser vermeye devam etmişlerdir.
Cumhuriyet hikâyesinde sosyal ve toplumcu gerçekçi yazarlar önemli yer tutar. Sadri Ertem, Kemal Bilbaşar, Kemal Tahir, Orhan Kemal, Samim Kocagöz, Fakir Baykurt, Aziz Nesin, Sabahattin Ali, Necati Cumalı bu grubun içerisinde bulunan yazarlardır. Bu yazarlar öykülerinde ülkenin sorunlarını veya belli bir bölgedeki sosyal sorunları eleştirel bir şekilde ele alırlar. Özellikle köy ve köylü gruplarındaki insanların hayat mücadelelerini konu edinirler. Milli Edebiyat ile başlayan Anadolu’ya yönelme, Cumhuriyet Dönemi’nde realist ve eleştirel bir yaklaşıma dönüşmüştür.
Atatürk’ün çağdaşlaşma çabası öyküde dünya edebiyatını takip edip belli tarzları edebiyatımıza taşıma şeklinde yer bulmuştur. Çehov Tarzı hikâye, Memduh Şevket Esendal tarafından 1925 sonrası öykülerinde kullanılır. Memduh Şevket, gözlem ve tanıklıklarına bağlı, her gün görüp geçebileceğimiz sıradan kişi ve olayları yazmıştır. “İhtiyar Çilingir” bu türde önemli bir öykü kitabıdır. Sait Faik de bu tarzın geniş okuyucu kitlesine tanıtılıp sevilmesini sağlamıştır.
Cumhuriyet romanında ise yeni devletin kurulma günleri, Millî Mücadele sonrasında yaşanan siyasal değişimler konu edilmiştir. Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Halide Edip Adıvar gibi yazarlar Cumhuriyet’in ilanı sonrasında sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel alanda yapılan değişiklikleri romanlarında işlemişlerdir.
Doğu-Batı çatışması, Cumhuriyet Dönemi romanının en çok işlenen konularından biridir. Peyami Safa’nın “Fatih Harbiye” adlı eseri bu konunun en bilinen örneklerindendir. İdeoloji ve dünya görüşleri de romanlarda konu olarak işlenmiştir: Milliyetçilik millî-tarihî romanlarda, İslâmcılık dinî içerikli romanlarda, Marksist-Sosyalist düşünce ise toplumcu gerçekçi romanlarda kendine yer bulmuştur.
Şiirde Garip Devrimi
Cumhuriyet Dönemi şiirinde ilk olarak birinci kuşak hece şairleri öne çıkmıştır. Orhan Seyfi, Halit Fahri, Enis Behiç, Yusuf Ziya ve Faruk Nafiz bu şairlere örnektir. Ardından 1900-1910 yılları arasında doğan ikinci kuşak gelmiştir. Ahmet Hamdi, Ahmet Kutsi, Necip Fazıl, Ahmet Muhip ve Cahit Sıtkı bu kuşağın önemli temsilcileridir.
Cumhuriyet şiirinde en büyük değişimlerden biri 1940 yılında yayımlanan Garip ön sözüyle ortaya çıkan Garip Hareketi’dir. Orhan Veli, Oktay Rıfat ve Melih Cevdet’in başlattığı bu hareket, Cumhuriyet Dönemi’ndeki ilk poetika metni sayılır. Garip şiirinin en dikkat çeken özelliği mizahî dili başarıyla kullanmasıdır. İroni ve parodi gibi mizah öğelerini şiirde asli unsur olarak kullanmışlardır.
Orhan Veli “Eskiler Alıyorum” şiirinde Ahmet Hâşim’in “Bir Günün Sonunda Arzu” şiirine atıf yaparak, eski şiir anlayışını yeniden yorumlamıştır. “Bir de rakı şişesinde balık olsam” mısrası, Hâşim’in “Göllerde bu dem bir kamış olsam!” mısrasına bir cevap niteliğindedir. Garip Hareketi, Türk şiirinde ölçü, kafiye ve ağır dil yerine günlük konuşma dilini, sade anlatımı ve sokaktaki insanın hikâyesini getirmiştir.
Müzik: Ulusun Yeni Sesi
Atatürk : “Hayatta müzik lazım değildir. Çünkü hayat müziktir. Müzik ile ilgisi olmayan varlıklar insan değildirler. Eğer söz konusu olan hayat, insan hayatı ise müzik mutlaka vardır. Müziksiz hayat zaten mevcut olamaz. Müzik hayatın neşesi, ruhu, sevinci ve her şeyidir.”
Atatürk’ün müziğe büyük önem vermesi nedeniyle 1 Eylül 1924’te ilk “Musiki Muallim Mektebi” açıldı; 1928-1933 yılları arasında öğretmen, orkestra elemanı ve askeri bando elemanı yetiştirmeye çalışıldı. 1925’te bir yarışma düzenlenerek sanatçı ve müzik öğretmeni yetiştirmek üzere Berlin, Paris, Budapeşte, Prag gibi Avrupa’nın önemli kültür şehirlerine yetenekli gençler gönderilmeye başlandı.

Atatürk, Türk sanat ve halk müziği dinler, halk oyunlarına da ilgi duyardı. Rumeli türkülerini seven Atatürk; yöresel türküleri dinlemekle kalmaz, eşlik de ederdi. “Sarı Zeybek” gibi halk oyunlarını fırsatı oldukça oynardı. Safiye Ayla’nın sesini çok beğenirdi. “Kimseye Etmem Şikâyet”, “İzmir’in Kavakları”, “Fikrimin İnce Gülü” gibi parçalar en sevdikleri arasında yer alıyordu.
1926 yılında Batı müziği bölümü eklenmiş olan Darülelhan, konservatuara dönüştürüldü. Bu dönemde Leyla Gencer, Suna Kan, İdil Biret gibi dünya çapında tanınacak sanatçılar yetişmeye başladı. Özellikle İdil Biret için “Harika Çocuklar Kanunu” çıkarılması, devletin sanata verdiği önemi göstermektedir.

Sahne Sanatlarında Kadın Devrimi
Cumhuriyetin ilanından sonra Devlet Konservatuvarı 1940’lı yıllarda ilk mezunlarını vermiş; Halkevleri ve Köy Enstitüleri, tiyatroyu İstanbul ve Ankara dışında yaygınlaştırmaya hizmet etmişti.
Afife Jale, Türk kadınlarının tiyatro sahnesinde yer almasına öncülük ederek Türk tiyatrosunda sembol bir isim oldu. 1920’de İstanbul’un Kadıköy ilçesindeki Apollon Tiyatrosu’nda sahnelenen “Yamalar” adlı oyunda Emel rolünü canlandırarak Türk tiyatrosunda sahneye çıkan ilk Müslüman kadın oyuncu oldu.
Semiha Berksoy, Türkiye’nin ilk kadın opera sanatçısı olarak uluslararası alanda tanınmış ve Cumhuriyet döneminin sanat simgelerindendir. Cahide Sonku ise Türk sinemasının ilk kadın film yönetmeni ve sinema oyuncusu olarak tarihe geçti.
Darülbedayi, ilk kez 20 Ocak 1916 yılında Tepebaşı Kışlık Tiyatrosu’nda perdelerini açtı. 1934 yılında Şehir Tiyatrosu adını alan bu kurum, günümüzde İstanbul Şehir Tiyatroları olarak faaliyetlerini sürdürmektedir. 1970’lerde Dostlar Tiyatrosu ve Ankara Sanat Tiyatrosu gibi topluluklar, tiyatroyu toplumsal meselelerin tartışıldığı bir platform haline getirmiştir.
Sanat ve Özgürlük
Sanat ve cumhuriyet arasındaki ilişki, özgürlük ve ifade arasındaki bağ kadar güçlüdür. Cumhuriyet, sanatçıya düşüncesini özgürce ifade etme cesareti vermiştir. Kadın sanatçıların sahneye çıkması, heykel sanatının gelişmesi, çok sesli müziğin yaygınlaşması, edebiyatta sıradan insanın hikâyesinin anlatılması – bunların hepsi cumhuriyetin getirdiği özgürlük ortamının ürünleridir. Sanat, toplumsal dönüşümün hem aracı hem de tanığı olmuştur.
Cumhuriyet Dönemi’nde dil ve üslup da büyük bir değişim geçirmiştir. Yazarlar, en karmaşık olayları mekân ve insanın detaylı tasvirleriyle, kahramanın iç dünyasını çözümleyerek anlatmaya başlamışlardır. Bu, önceki dönemlere göre önemli bir gelişmedir. Toplumun siyasi ve sosyal olayları, yazarları halkın sesi olmaya itmiş, hatıra ve gözlemlerini eleştirel bir dille yazmışlardır.
Sonuç: Cumhuriyetin Armağanı
Bugün, cumhuriyet bayramını kutlarken, aslında bu özgürlüğü de kutluyoruz. Her sergi açılışı, her tiyatro oyunu, her konser, her yayımlanan kitap, cumhuriyetin bize armağan ettiği ifade özgürlüğünün bir tezahürüdür. Sanatçı özgürce yaratabildiği sürece, cumhuriyet değerleri yaşamaya devam edecektir.
Cumhuriyet ve sanat birbirini besleyen iki nehir gibidir. Biri özgürlüğün temelini atar, diğeri bu özgürlüğü renklendirir, seslendirir, görünür kılar. Yüz yılı geride bırakan Cumhuriyetimiz, İbrahim Çallı’nın tuvallerinde, Safiye Ayla’nın sesinde, Afife Jale’nin cesaretinde, Leyla Gencer’in operalarında, Sabahattin Ali’nin öykülerinde, Orhan Veli’nin şiirlerinde yaşamaya devam ediyor.
Cumhuriyet bayramı, aynı zamanda sanatın ve yaratıcılığın kutlanması gereken bir gündür. Çünkü özgür bir toplumun en güzel ifadesi, özgür sanatıdır. Atatürk’ün “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir” sözü, bugün de bize yol göstermeye devam ediyor. Sanat, cumhuriyetin ruhudur; cumhuriyet ise sanatın özgürlüğüdür.

butterypizza7846416486 için bir cevap yazın Cevabı iptal et